Bazı şirketler vardır, çıkarır. Daha krizin silueti uzaktan görünsün, kokusu alınsın kimsenin gözünün yaşına bakmaz çıkarır. Kıdemli-kıdemsiz, verimli-verimsiz ayrımı yapmadan…
Eleman ilanlarından vizyon bildirgesine, tanıtım kataloğundan reklamlara kadar şirketle bütünleşen ‚Önce insan‘ sloganı böyle dönemlerde kamufle edilir.
Kaçtan kaç çıkınca elde kaç kalır hesabı yapılır. Çalışanlar bir sayıdan ibarettir. İnsanlar bazen oran, bazen miktar bazen de farktır sadece.
Bazı şirketler çarpar. Hem de öyle bir çarpar ki, karşıki duvara yapışırsın. Bu şirketlerde ‚Kodum mu oturturum‘ anlayışı egemendir. Adeta şirket değil, Kurtlar Vadisi seti gibidir. Patron Polat’sa genel müdürü Memati‘dir.
Bu şirketlerde racona uygun davranmak esastır. Ancak racon kesmek sadece üst yönetime tanınmış bir haktır. İşlerin yürümesi, istihbarat ağlarının başarısına endekslendiği için hiç kimse ispiyon sisteminin dışında olamaz.
Bazı şirketler böler. Herkesi, her şeye böler. Aslolan öz evlatlar arasına girebilmektir. Üvey evlat olmaktansa kendinize başka bir aile, pardon şirket bulun daha iyi. Çünkü ağzınızla kuş değil, çekirge bile tutsanız bir şey ifade etmez.
Sadece üvey-öz mü? Bazen erkek ya da kadın olmak, kadınsanız güzel-çirkin, yaşlı-genç olmak fark yaratabilir.
Bazen Çerkez ya da Gürcü olmanız, bazen de doğudan-batıdan olmanız, yönetimin değerlendirmesi açısından önemli olabilir.
Bazı şirketler de toplar; derler toplar. Üçle beşi toplar ortaya 10 da çıkar 15 de. Çünkü insan dediğin şey matematiğe sığmayacak denli iri bir kavramı ifade eder. Bazıları da buna sinerji falan der.
Ama bazı şirketler toplamayı farklı algılar. Onlar ne bulduysa bir araya getirmeyi marifet sayar. Zannederler ki, insan, denklemin payı da olabilir paydası da. Bu şirketlere ‚Toplama şirket‘ denmesi belki de bundandır.
Her sayı bir araya, yan yana ya da aralıklı gelebilir ve bu çok fazla sıkıntı yaratmaz ama insanları rasgele dizmeye kalkarsanız şirketi de dağıtırsınız şaftı da.
Bir de dört işlem bilmeyen şirketler vardır. Kim kime, dumdumadır her şey. Ne geldiği belli olmadığı gibi, ne gittiği de belli değildir. Sayıların, analizlerin yerini ‚3 aşağı 5 yukarı‘ ve ‚Olsa olsa‘ belirsizliği aldığından neyin ne olacağı meçhuldür.
Deniz bitince suçlayacak çok sayıda insan-kurum yad a kavram bulunur nasıl olsa.
Matematikten bahsedip geometriyi teğet geçersek olmaz. Bazı şirketler üçgeni çok sever. O nedenle de organizasyon şemaları hep üçgendir. Tepede patron ya da genel müdür, altta yardımcıları, onun altında müdürler, şefler, en altta da insan kaynağının isimsizleri:İşçiler…
Bu organizasyon yapısında yukarıdan aşağıya talimatlar iner, aşağıdan yukarıya raporlar çıkar. Bazen o kadar katman oluşur ki, en alttakinin sesi yukarıda, en üsttekinin haykırışı aşağıda duyulmaz olur.
Bu yapıdaki şirketler ne zaman sorsanız kurumsallaşmak ister ama bir türlü kurumsallaşamaz, kurum bağlarlar.
Bazı şirketler ise dairedir. Ucu da yoktur sonu da. Sonsuz esnektirler. Bu şirketlerde ilke, tutarlılık ya da sistem arayanların aklına şaşılsa yeridir. Bahse konu şirketler, rüzgarın esişine göre vaziyet alıp merhum Demirel’in ‘Dün dündür…’ vecizesinin hakkını fazlasıyla verirler.
Bazıları ise karedir. Yönetimin fotoğraf karesine giremeyenler kendi dikdörtgenlerini oluşturmaya çabalasalar da pek ehemmiyetleri yoktur.
Piramitleri esas alan şirketlerde ise piramitin neresinde olduğunuz önemlidir. Üstteyseniz cebiniz para, iş hayatınız kariyer görür. Bununla birlikte darboğaz daima piramitin tepesindedir. Çünkü piramit yukarıya doğru daralır.
Prizma şirketler güzel olan her şeyi yansıtır. Yoğun bir görsel şölenle sizi hayran bırakır. Böyle bir şirkete davet edilmiş, gittiğimde çalışma ortamlarına hayran kalmıştım. Bir defa şirketin karargahı uzay üssü gibiydi. Her yer rengarenk, modern ve kişiye özeldi. Bazı çalışanlar çalışma masasını tekneye kurmuş, bazıları ise bulutlar içinde bir uçak maketinin üstünde, bir tanesi de hamama benzer bir ortamda çalışma ortamı oluşturmuştu.
Her oda kişiseldi, özgündü. Çok etkilenmiştik. Prizmadan yansıyan rengarenk ışıkların cezbesinden bir an sıyrıldığımda bir şeyi fark ettim: Gezdiğimiz ofislerde hiçbir çalışanın yüzü gülmüyordu. Suratlardan düşen bin parçaydı. Bu durumu bizi gezdiren şirket yetkilisine ifade ettiğimde kırgın bir yüz ifadesiyle ‘Ne alaka efendim?’ diye tersledi.
Anlaşılan prizmaya yüklenen misyon, sadece iyi şeylerin gösterilmesiydi. Kötü olan şeyler daima karanlıkta kalmalıydı.
Bazı şirketler de geometrik açıdan yamuktur. Doğru olan şey olmadığı gibi doğruları söylemeye kalkanlar itinayla yamultulur. Uzak durmakta fayda vardır.
Bazı şirketlerin ise matematikten ziyade cebirle arası iyidir. Bu şirketlerde her şey cebren yürür. Sıkıysa yürümesin…
Sizin şirketinizin matematikle arası nasıl?