Çetrefilleşen yaşamda çevresine giderek yabancılaşan insanlar, diline, kültürüne de yabancılaşıyor. İletişim ve teknoloji çağında her türlü bilgi bombardımanına maruz kalan insanlar ne yöne yelken açacağının kararsızlıkları içinde debelenirken en büyük darbe dilimizin tepesine iniyor.
Dil, bir tat alma aracı olduğu kadar yalama aracıdır da. Dilimizin iç ve dış etkenlerle sistemli olarak erozyona uğratılmasında en büyük pay, tek marifeti yalamalık ve yalakalık olanların olsa gerek.
X kuşağının dili, Y kuşağına demode geliyor. Y kuşağının dili de X kuşağına anlamsız… Dildeki erozyon ve karmaşa, sadece kuşak çatışmalarına yansımıyor, yönetim anlayışları da dil bilimine göre şekillenebiliyor. Nasıl mı? Gelin birlikte irdeleyelim.
İş dünyasında insanlar vardır… İsimdir. Hatta bazıları sadece isimden ibarettir. İsimlerinin her şeyi çözeceğine inanırlar. Bazıları, bu ismi hak ederek yapmıştır, bazıları da tesadüfen isim olmuştur.
Kimi ismini marka haline getirmiştir. Kimi de yaşamını isimlerinin arkasına sığınarak sürdürür. Bunlardan bir kısmıyla karşılaşıp iki çift laf ettiğinizde cilaları az zamanda dökülüp karşısındakinde hayal kırıklığı yaratır. Yine de bu kişiler, sektörün, mesleğin, camianın önde gelen ismi payesini kimseye bırakmazlar.
Ama özne olarak insanı baz alanlara da kırk yılda bir rastlanır. Güruhu takım yapan bunlardır ve literatürde bu tiplere lider denir.
Bazıları sıfattır. İsminin bile önemi yoktur. Tek ölçütleri taşınan sıfatlar ve apoletler olduğundan insanların isimleriyle, fiilleriyle ilgilenmezler. Bunu çok iyi bildiklerinden olsa gerek, patronlar bu tiplere para, yetki, sorumluluk yerine cafcaflı sıfatlar, unvanlar verirler. Stratejiymiş, sonuçmuş, o kadar önemli değildir. Sıfatları, üzerinden alındıkları anda bir hiçtirler. Bu tipler yönetimi merdivene benzetirler.
Yönetimden anladıkları tek şey, merdivenin hangi basamağında olunduğudur. Bir üst basamağa geçmek için her şey mubahtır. Alt basamaktakilerin eline basmak, üsttekilerin paçasını çekiştirmek dahil.
Bazıları fiildir. Siz yüklem de diyebilirsiniz. Bu tipler için insanları değerlendirmenin en önemli ölçütü, yaptıkları olduğundan sadece sonuca odaklanırlar. Bir iş yapılmışsa yapılmıştır. Kimin yaptığı, nasıl yaptığı o kadar önem taşımaz. Patronlar böyle tiplere bayılırlar. Buldozer gibidirler. Genelde sonuç alırlar. Ama özneyi, yani insan faktörünü dışladıklarından, başarıları kalıcı olmaz. İşkoliklik bu tiplerin şanındandır.
Bazıları da zarftır. Her şeyi zarfın içindekiyle değerlendirirler. Kimin verdiği değil, kimin aldığı, ne kadar aldığı önemlidir. Ne alakası var diyorsanız, sözlüklerde zarfın nasıl tanımlandığına bakın.
Zarf, fiilin durumunu, zamanını, miktarını belirten öğeler olduğuna göre zarf severler daha çok miktarla ilgilenen tiplerdir diyebiliriz.
İlkokulda öğrendiğimize göre edatlar, tek başına anlamı olmayan sözcüklerdir. İşletmelerde tek başına vasatı aşamayan çalışanların doğru liderlik yönetimiyle takım olduğunda ne büyük bir anlam ifade ettiğinin örneklerini sık olmasa da görürüz. Bir de ne işletme, ne yönetim açısından hiçbir anlam taşımayan tipler vardır ki, biz onlara kâhya diyoruz. Ellerinde kırbaçları ile ikide bir kapıyı gösteren kâhyalar.
Çevremizde nokta tipler de vardır. Bazen üçü yan yana geldiğinde üç nokta olurlar. Bunlar aynı zamanda görme ve öngörme özürlüdürler. Bakamazlar, göremezler. Burunlarının ucunu göremediklerinden bunların pilotluğundaki işletmeler yere çakılır.
Virgül demek mola demektir. Sözlükler öyle yazar. Benzerlikler taşıyan sözcükler arasında kısa bir müddet duraklamayı ifade ederler. İşletmelerdeki virgüller ise, virgüllüklerinin hakkını verircesine tüm molalardan fazlasıyla yararlanırlar.
Noktalı virgüller ise hep bir şeyleri bir şeylere bağlama derdindedirler. Müthiş bağlamacıdırlar. Genelde kaytarsalar da şirketlerin çimentosu harcıdırlar. Onlarsız işletmenin ne tadı olur, ne tuzu.
Gelelim, iki nokta üst üsteye… Matematikte bölmenin, sözlükte de sonun ifadesidir. Bölücülük sadece siyasi kavramdır sanırsanız aldanırsınız. Asıl bölümleme işletmelerde yaşanır. Onun adamı-şunun adamı, oralı-buralı, Fenerli-Cimbomlu, senden-benden… Bu bölünmelerin sonu bir türlü gelmez. O nedenle ülkemizde işletmeler büyür büyür bölünür. Sonra da bölünmeyenlere yem olurlar.
Ayraçları da unutmamak gerek. Bir şeyi diğerinden ayırmada uzmandırlar. Örgütlenmeye, hak aramaya müthiş alerji duyarlar. Bunların fit olanlarına yay ayraç, tıknaz olanlarına köşeli ayraç denir. Ayraç tipler için her şey gizli kapaklı ve mutlaka ayracın içindedir. İçten pazarlıklı ve pipiriklidirler. Her ne kadar köşelilerine rastlansa da normalleri makbuldür.
Bazıları da kesme işareti gibidir. Sözü keserler, racon keserler, ellerinden gelse elde makas, çalışanların saçını sakalını keserler.
Bazıları ise denden işaretidir. Tekrarlarlar. Kendilerine ait bir görüşleri, düşünceleri yoktur. Sürekli amirlerinden duyduklarını aktarırlar. Papağanlarla akrabalıkları olduğu iddia edilir.
Tırnak işaretine gelince, onu aslında ikiye ayırmak lazımdır: Uzun tırnak ve kısa tırnak. Ojelileri daha yaygındır. En önemli özellikleri nakletmedir. Ondan ona düzenli biçimde naklederek işyerinin iletişimine informal katkı sağlarlar.
Bazıları soru işaretidir. Gizemlidirler. Asla çözemezsiniz. Kalın zırhları vardır. Bir türlü içine nüfuz edilemeyen ıstakoz gibidirler. Böyle olsalar da mıknatıs gibi çekicidirler.
En ilginç işaret ise ünlem işaretidir. Bir türlü de ne anlama geldiği anlaşılamamıştır. Sözlüklere kalsa, kıvanç, acı, şaşma, sevinç vb. duyguları anlatmada kullanılır. Ben de öyle biliyordum ama sağ olsun muhterem Valilerimizden biri bu fakiri aydınlattı da öğrenmiş oldum.
Osmanlı İmparatorluğu’nun kuruluşunun 700.yılı kutlanacaktı. Benim de üyesi bulunduğum bir derneğe Valilik Makamı kutlamaları organize etme görevi verdi. Bir dizi etkinlik planladık. Bu etkinliklere Valilik bizzat sponsor olduğundan davetiyeleri hazırladık. Basın metninde ve davetiyede ‘Katkılarından dolayı …………..Valiliği’ne sonsuz teşekkürler’ yazıp cümlenin sonuna ünlem işareti koyduk.
Kıyamet koptu. Vali Bey bizzat arayıp önce bizi nankörlükle suçladı, sonra davetiye ve basın bültenindeki teşekkür cümlesinin sonuna ünlem işareti koymak suretiyle Valilik Makamını rencide ettiğimizi öne sürerek basın yoluyla özür dilememiz için akşama kadar süre tanıdı.
Koskoca ilin koskoca Valisine yanıldığını, bizim sadece sevinç ifademizi belirtmek için cümlenin sonuna ünlem işareti koyduğumuzu, dil biliminin de bunu gerektirdiğini, dalga geçmek istesek ünlem işaretini parantez içinde koymamız gerektiğini anlatmak istediysek de nafile. Vali Bey yüksek perdeden ‘Kendine gel. Koskoca Valinin Türkçe bilmediğini söyleyecek kadar küstahlaşma’ diye gürledi.
‘Sayın Valim, dediğiniz gibi olsaydı -Ne mutlu Türküm diyene- vecizesinin sonuna ünlem işareti konmazdı’ diyecek olunca bu sefer de ‘Seni Türklüğe hakaretten içeri attırırım’ dedi ve telefonu küt diye suratıma kapattı.
Bununla da kalmadı. Şehirdeki okulların duvarlarında, panolarında yazılı o meşhur vecizenin sonundan ünlem işareti kaldırılarak Türklük alay edilmekten kurtarıldı. Hoş, şimdilerde ne yazık ki, vecizenin kendisi de rafa kalktı ya, neyse…
Baskıya karşın özür dilemedik, çünkü yanlış yapmamıştık. Ama bunun bedelini Vali Bey’in görev süresince fazlasıyla ödedik.
Bu arada şunu içinizden geçirdiğinizi hisseder gibiyim: ‘Acaba ben bu noktalama işaretlerinden hangisiyim?’. Bu soruyu ben kendi payıma kendime sordum.
Aldığım yanıt: ‘İlkokulda bu işaretleri doğru dürüst öğrenseydin, ortaokulda Türkçe dersinden, lisede de edebiyattan çakıp durmazdın’ oldu.