Mesleğinizi seviyor musunuz?

21 Şubat 2018 —

Ne kadar çok bu soruyu sorarız kendimize, değil mi? İlk başlarken çok sorgulamayız. Çünkü bir bilinmeyen vardır. Ama yine de bu mesleğe ait miyim, beni nasıl bir gelecek bekliyor diye sorgularız. Tüm bu sorgulamaların altında seçtiğim şeyi yaparak mutlu olacak mıyım endişesi vardır.

Ne kadar çok bu soruyu sorarız kendimize, değil mi? İlk başlarken çok sorgulamayız. Çünkü bir bilinmeyen vardır. Ama yine de bu mesleğe ait miyim, beni nasıl bir gelecek bekliyor diye sorgularız. Tüm bu sorgulamaların altında seçtiğim şeyi yaparak mutlu olacak mıyım endişesi vardır. Çünkü seçtiğimiz şey her ne ise bizden diğer tüm olasılıkları alır, masa başında bir iş seçiyorsak, dışarıda olma olasılığımızdan vazgeçmişizdir.  Yazarak bir iş yapmayı seçtiysek konuşma ihtimalimizden vazgeçmişizdir.  Hesap, kitap, düzen seçtiysek uçuk kaçık yaratıcı olma ihtimalimizden vazgeçmişizdir. Oysa biz daha nasıl bir geleceğin bizi mutlu edeceğinden bile emin değilizdir. Ve daha neyi seveceğimizi bilmeden bütün olasılıklardan vazgeçip bir olasılığı yaşamak, solumak üzere tercih etmişizdir.

Her yeni yılda, biraz terfi, biraz emeklilik yaklaştıkça içeride bir ürperti başlar, doğru yerde miyim diye ama ilk akla gelen cümle “Eğer bir şeyler düşünürsem ve bu yanıt hayır ise her şeye bu saatten sonra yeniden başlayamam”dır.  Öyle olduğu için içimizdeki yanıtı bırakın, soruyu bile duymak istemeyiz. Öyle bir an gelir ki artık her sabah uyanmak işkencedir, işte iken gözümüz mesainin biteceği saattin gelişini beklerken sadece saattedir. Giydiğimiz o kıyafetler sanki hareket etmememizi engelleyen bizim prangamız haline gelen üniformalardır.  Sorun o kadar büyür ki her gün ölüm kalım savaşı verir gibi kendimizi artık ait olmadığımız o iş alanına sürükleriz. Her olan olayda ne kadar anlaşılmadığımızı, ne kadar oraya ait olmadığımızı, ne kadar zamanı boşa harcadığımızı düşünürüz. Ve giderek içeride özgürlük sesleri zafer kazanmaya başlar, emekliliğimiz yakınsa gün sayıp kurtulmaya, değilse kendi sabunumuzu, kendi çiçeğimizi yapma, küçük bir butik kafe açma, küçük sebzeler yetiştirme hayali ile her yeni güne başlarız. Yaşadığımız her şeyi içindekilerle terk edip baştan küçücük bir yaşama başlama hayali ile yeniden yaşama tutunma ihtimalini ararız. Böyle mi olmalıdır? Her şeyi bırakıp uzaklara gidip daha küçük basit bir el işçiliği ile mi yaşama ihtimalimizin hayali  kendimizi canlı hissetmek için tek olasılığımız mıdır? Belki de tüm bunlar şu andaki yaşamlarımızı yönetemediğimiz içindir.

Hayat gerçekten zorlaştı. Teknoloji oldukça ilerledi, beklentiler yükseldi, Google sayesinde bilgi obesitesi olan insanlar rakiplerini küçük çevrelerden tüm dünya olasılıklarına taşıdı. Bu da belki hiçbir zaman tatmin olmamamızı, kendimizi başarılı hissetmememizi, güvende hissetmememizi sağladı. Olasılıklar arttıkça yaşamadığımız ve vazgeçtiğimiz olasılık ihtimalleri bile bizi daha çok yoksun hissettirdi. Tüm bunların ardında büyük bir gerçeği unuttuk. Mesleğin ne ve neden olduğunu! Meslek şu anki bakış açımız ile yaşamamızı sağlayan, bize para getiren ve toplumda bizim kabul görmemiz için gerekli bir araç haline geldi. Mesleğin tanımına baktığımızda aslında bir kişinin doğuştan veya sonradan eğitim ve öğretim yolu ile edindiği yetenekleri toplum yararı için, bir iş üretmek için kullandığı alandır. Bu aslında bizim var olmayı seçtiğimiz, kendi yaratıcı ve üretici tarafımızı deneyimlemeyi seçtiğimiz, kendi yeteneklerimizi bir şeylerin yararı için seçtiğimiz gerçeğidir. Kendimizi geliştirmeyi seçtiğimiz bu alanlar yerine şimdi ise sadece orada bize dikte edilenleri yaparsak karşılığında yaşamak için bize ödenecek bedeller için çalışan vasıfsız elemanlar gibiyiz. Oysa biz var oluşumuz sebebimize kitleleri etkileyecek bir amaç, kendimizi faydalı hissetme dürtüsü, toplumsal birlik duygusunda kendimizin en güçlü veya en vasıflı alanını yarar duygusu ile paylaşma arzusu sonucunda bir meslek edinmeyi niyet etmiştik. Hayatın her alanında olduğu gibi bir süre sonra nedenlerimizi unutuyoruz. Kimi zaman bu ilişkilerimizde de böyledir, birbirimizi sevdiğimiz için bir hayat paylaşmayı seçmişken bir süre sonra ilişkiyi yöneten sevgi ilişkisinden çıkar ilişkisine döner ve birbirimizin hayatına ne katıp ne aldığımızın matematiksel hesabına döneriz. Bazen neden ebeveyn olduğumuzu bile unuturuz. O bize ilk adımı attıran küçük hevesleri, derin heyecanları zaman geçince hatırlamayız bile.  İşte bu döngülere kapılıp kendimizden uzaklaştığımızda yeniden nedenlerimizi hatırlamamız gerekir, bizim en büyük mesleğimiz kendimizizdir. Kendi vasıflarımızı, yeteneklerimizi tanımak, kendimizi üretmek için hangi alanda hayatı deneyimleyeceğimizi seçmek ve yaşadığımızı hissetmek için zamanımızı neyle geçireceğimize karar vermektir. Ancak biz yönetemediğimiz stres, yönetemediğimiz iş ilişkileri, yönetemediğimiz zamandan çıkış yolu bulmak için, tek seçeneğimiz içindeki kendimizin de olduğu yaşamlarımızı terk edip kaçmak gibi gözüküyor. İşte tam bu duygu geldiği anda durup uyanmamız gerekiyor. O da bir tek gerçek mesleğimiz olduğunu hatırlamamız gerekiyor. O da kendimiziz. Mesleğimiz kendimizi tanımak, yeteneklerimizi bulmak, yaşama karşı güçlenmek.  Yaşamda neyi, neden deneyimlediğimizi hatırlamak. Kalanında bazen bilgi, bazen gözlem bizi yönetemediğimiz dünyaları yeniden keşfetmeye ve yeni kendi dünyamızı kurmak için doğru yere yönlendirmeye giden yol olacaktır. Stresi yönetmek istiyorsak beynimizi ve bedenimizi iyi tanımamız gerekir, ilişkileri yönetmek istiyorsak kendimizin ve insanların duygularını, algılarını tanımamız gerekir, zamanı yönetmek istiyorsak da bizim zamanımızı neyin çaldığını, özellikle teknolojinin nöro hormon dengemizle bağını tanımamız gerek. Tüm donanıma sahip olduğumuzda ise artık tükenmeyip yeniden üretme gücüne sahip olduğumuz için işte o an gerçekten ikinci mesleklerimizi seçebilir hale geleceğizdir. Ama unutmayın ilk meslek kendimizi gerçekleştirmek.

Etiketler
0 0 votes
Article Rating
Subscribe
Bildir
guest
0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments
0
Would love your thoughts, please comment.x